Bu sabah da erkenden uyandım ve bir şeyler atıştırıp arabama bindim. Günlerden Pazar. Nefis bir yaz sabahı ve henüz alacakaranlık. Arabam öyle pahalı bir araba değil, yeni model de değil. Eski ve üstelik küçücük bir şey ama onu çok seviyorum, beni her yere götürür. Onunla konuşurum: “Bugün sokaklar ne kadar tenha böyle, yola çıkalı 15 dakika olduğu halde ne bir araba ne de bir insan gördüm yolda, bunun mutlaka bir sebebi olmalı.” dedim.
Otobana girmemiştim, sahil yolundan gidiyordum ama yine de pazar sabahı olmasına rağmen birkaç araba olmalıydı. Daha önce de pek çok kez pazar sabahları çıkmıştım gezmeğe ve o saatte evlerine dönmekte olan, geceden kalma içkili insanların kullandığı otomobiller ve erkenden yola çıkanlar görmüştüm.
Çevre yolu bitti, yine kimseler yok. Neredeyse Kadıköy’e geldim ve bir Allah’ın kulunu göremedim. Tüm şehir uykudaydı sanki. Tabii ki çoğu uykudaydı, çünkü bugün pazardı. Ama uyumayan insanlar da olmalıydı! Giderek daha çok merak etmeğe başlamıştım. Arabamı parka bırakıp vapurla karşıya geçmeye karar verdim. Nasıl olsa vapurda insanlar görürdüm. İskelenin önünden geçtim ve yine hiç kimseyi göremedim, her yer bomboştu, gişelerde de kimse yoktu.
Rüya mı görüyordum acaba? Birden aklıma doğduğum eve gitmek geldi. Yıllardır isterdim oraya gitmek ama hiç kısmet olmamıştı. Böyle düşünerek arabamı bıraktığım yere geri döndüm. Kısa bir süre sonra Boğaz Köprüsünün üzerindeydim. Bu köprüden daha önce defalarca geçmiştim ve hiç böyle görmemiştim.
Yayınevi: Cinius Yayınları