Ölüme ayarlı, yaşamaya odaklı insan ömrünü, bu şekilde tarif edebilirim.
Yaşadıkça büyüyen, büyüdükçe küçülen, zayıf iken güçlü, güçlü iken zayıf, bedeni yaşlansa da nefsi hep diri kalan insan; zıtlıklar aleminin baş kahramanıdır.
Bilmediği halde her şeyi biliyormuş, sahip olmadığı halde her şeye sahipmiş gibi kibirli. Öleceğini bilse dahi düşman saflarına dalan asker kadar cesur lakin, fındık faresinden korkup kaçacak kadar da ödlek. Tüm insan neslinin kendi soyundan oluşmasını isteyecek kadar üretken ve istekli iken, bütün canlıları yok edebilecek silaha sahip olduğunda pimini çekecek kadar da kindar ve öfkeli. Açken tamahkar, doyduğu zaman müsrif. Çok sevdiğini öldürecek kadar kıskanç, namusunu satacak kadar da geniş olabiliyor. Atomu parçalamaya muktedir akla, başkasının götünde kıl olmaya razı cehalete sahip.
Ben merkezli insan;
Yalnızca sen ve ben ama sadece ben,
Sevmeyi seven, sevilmeyi daha çok seven ben,
Önce kendini seven sonra seni seven ben,
Severken yaşayan, yaşadığı için seven ben,
Kin, öfke, kıskançlık, kibir, nankörlük ve riyakârlıkta olduğu gibi mütevazilikte, merhamette, affedicilikte ve cesarette de en önde olan ben,
Dünyanın en mükemmel, en üstün aynı zamanda da en vahşi en zalim canlısı yine ben.
Nasrettin Hoca’ya dünyanın merkezi neresidir diye sormuşlar, “Bulunduğum yer.” diye cevap vermiş. Bana, kâinatın merkezini sorsalardı “Bulunduğum yer.” cevabını verirdim.
Hallâc-ı Mansûr'un idamına sebep olan "Ene'l-Hak" sözü yalın dilde “Ben Hakkım” anlamına gelse de onun bu sözleri ister tasavvuf eğitimine ister felsefi düşüncelerine isterse de bilime bağlansın, ana teması; insanın, ben merkezli oluşudur. Ben varsam kâinat var, dünya var, canlı-cansız maddeler var, insanlar var, yaşam var… Ben yoksam hiçbir şeyin anlamı yok.
Dünya ve kâinat; başım, gövdemin üzerinde durduğu sürece anlam ve değer kazanır.
Sen doğmadan önce de kâinat vardı, dünya vardı, insanlar vardı. Öldükten sonra da var olmaya devam edecekler, diyenler çıkabilir. Bu beyanların muhatabı da yine ben olduğum için anlamı var. Ben olmasaydım hiçbir anlamı olmayacaktı.
William Shakespeare’inin söylediği gibi “Olmak ya da olmamak işte bütün mesele burada.”[i]
Başlangıcını ve sonunu bilmediğimiz kâinat fanusunun ne ilk insanıyım ne de sonuncusu olacağım. Kâinat takviminin, başında mı ortasında mı yoksa sonunda mıyım? Bilmiyorum. Fakat kesin bildiğim, ömrümün sonuna doğru yaklaştığım.
Victor Hugo’nun “İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdur.”[ii] dediği gibi dünya; yaşamak için değil ölmek için bekletildiğimiz bir koğuş.
Kader ortaklığı; bilinmeyen sonsuz geçmişten, öngörülemeyen sonsuz geleceğe uzanan zaman diliminde, var olmuş ve olan, canlı veya cansız tüm maddelerin; bir şekilde müdahil olduğu İlahi senaryonun, döngüsel sahnesindeki insanın, kendisine biçilen rolü oynamaktan ibarettir.
Bu rol, anne karnında cenin ile başlar, kalbinin durduğu ana kadar da devam eder.
Olaya insan hayatı olarak değil de kader boyutuyla bakacak olursak, başlangıcını henüz bilmediğimiz kâinatın ilk oluşumundan itibaren yaşanan her bir olay ile tüm duyu organlarımızla algıladığımız kâinat arasındaki mutlak kader ortaklığı bulunmaktadır. Tıpkı; ağacını, dalını, yaprağını, çiçeğini, meyvesini hatta kendi çekirdeğini bile içinde barındıran tohum gibi.
Güneş olmasa, dünya olmayacak. Dünya olmasa, insanlar olmayacak. İnsanlar olmasa, ben olmayacaktım.
Sonsuz zaman diliminin hangi evresinde, dünyanın neresinde, kimden doğacağıma, erkek mi dişi mi olacağıma, saçtan göz rengime, huyuma, karakterime karar veren ben değilim. İradem, bunları gerçekleştirme yetkisine sahip değil.
İnsan iradesi; almak, açmak, kapatmak ve kanallarını değiştirmekle sınırlı televizyon seyircisine benzer. Televizyona yansıyan görüntüler de mizansenin bir parçası, seyirciler de fakat görüntüler sanal iken, gerçek olan ise sadece ben.
İrademizin hayatımızdaki yeri ve büyüklüğü, kâinatta kapladığımız yer nispetindedir. Kendi irademizle verdiğimiz kararların ve yaptığımız eylemlerin oranı da bu nispeti geçmez. Bu nedenle, yaşantımıza yön veren en büyük etkenler, irademizin dışındaki kader ortaklarımızdır. Özgün sanatçılar bu genel ilkenin naif ve narin istisnasını oluştururlar.
Kitap yazarlığı da özgün sanatçı olmayı gerektirir. Başkasının hayatını anlatan biyografi ve kendi yaşamını anlatan otobiyografi, edebiyatın en hassas ve rizikosu en yüksek türünü oluştururlar. Özellikle de otobiyografi, ben merkezli olduğu için yazarın sırtına inanılmaz derecede ağır sorumluluklar yükler.
Otobiyografide; gerçek dışı olaylara, kişilere ve hayallere yer verilmez. Düşüncelerinizi aktarırken tarafsız olmak zorundasınız. Hayatınızın ve yakın çevrenizin özelini, kamuya açtığınız için sadece sorumluluk değil aynı zamanda büyük riskler alırsınız. Bu nedenle, geçimini yazarlık ile temin edenler, otobiyografiden uzak durmayı tercih ederler. Hayatını yazma cesaretini gösteren yazarlar ise ilk eserlerine otobiyografi ile başlamazlar.
Daha önce mesleki konularda kitaplar yazdım fakat geneli kapsayacak bu eserimin otobiyografi olması bende büyük tereddütler yaşattı.
Yaşantısı merak uyandıran ünlü birisi değilim ancak; kamuya mal olan, Mayıs 2016 MHP Büyük Kurultayının yapılıp yapılmamasına etki edecek kararların altına imza attıktan sonra, yaşadığım ibretlik süreç ve kader ortaklığına değinen vicdani sorumluluklarım, bireysel menfaatlerime galebe çaldılar.
Bu döneme ışık tutabilecek, emsal teşkil edebilecek, sosyolojik ve hukuki olayların, gelecek nesillere aktarabilme arzusunu “İyiler de en az kötüler kadar cesur olmak zorundadır.” düşüncesi destekledi.
Ayrıca, kitabın konusunu; hukuki alanda teknik içeriklere sahip MHP Kurultayı ile sınırlı tutmanın, arzulanan verimi sağlamayacağı düşüncesine sevk etti.
Bu bağlamda siyasetin; adaletin ve hukukun üzerindeki yıkıcı etkisine çok iyi örnek olabilecek MHP Kurultay kararını ve sonrasında yaşadığım sosyolojik ve hukuki süreçleri yazmak istedim.
Hayallerin ve fikirlerin harman olduğu cezaevi, yazacağım eser hakkında gerekli olan zamanı fazlasıyla sundu.
Sıradan sayılabilecek bir yaşantım da olmadı. Çobanlıktan HSYK Başmüfettişliğine uzanan hayat çizgimde, zirvelerde de dolaştım en dipleri de gördüm.
Kısacası hayatı; romanlara, filmlere ve belgesellere konu olabilecek ölçekte, her dakikasının hesabını verebilecek şeffaflıkta, insanlığa yakışır tarzda yaşadığıma inanıyorum.
Buradan aldığım cesaretle de bu eserimi, otobiyografi ile kaleme almaya karar verdim.
15 Temmuz 2016; hayat düzenimi, inançlarımı ve düşüncelerimi sil baştan değiştiren milat oldu. Bu tarihten sonraki yaşantımı ve düşüncelerimi, bu kitabın devamı niteliğindeki ikinci kitapta kaleme aldım.
Burhan Yaz
[i] Hamlet, isimli tiyatro eserinde
[ii] Bir İdam Mahkumunun Son Günü, isimli kitabından
1968 Kırşehir doğumlu. İlkokulu köyde, ortaokulu ve liseyi Kırşehir de okudu.
1992 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. İstanbul’da başladığı avukatlık stajını Kırşehir’de bitirdi. Hâkim/savcı adaylığı stajını, Ankara Adliyesinde yaptı.
10 Mart 1997 tarihinde Kırklareli İli Pınarhisar İlçesine hâkim olarak atandı. 7 ay sonra, zorunlu askerlik hizmetimi yapmak üzere, hakimlik görevime ara verdi. Asteğmen adayı olarak Polatlı Topçu ve Füze Okulunda 4 ay eğitim aldı. Gelibolu 2. Kolordu Karargâh Bölük Komutanlığında asteğmen olarak 12 ay hizmet verdi ve 21 Mart 1999 tarihinde terhis oldu.
24 Mart 1999 tarihinde, ara verdiği Pınarhisar Hâkimliği görevine tekrar başladı. Yahyalı ve Midyat İlçelerinde Hâkim olarak adalet hizmeti sundu. 14 Nisan 2005 tarihinde, üçlü kararname ile Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına, Adalet Müfettişi olarak atandı.
2010 yılındaki Anayasa değişikliği sonrasında, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Teftiş Kurulu Başkanlığı’na Başmüfettiş olarak seçildi.
Adalet Müfettişliği döneminde Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri, Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adalet Dairelerinin Denetimi ve Kalem Mevzuatı isimli kitabını yayınladı.
HSYK Başmüfettişliği döneminde, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesinde ders kitabı olarak okutulan Kalem Mevzuatı isimli kitabını yayınladı.
2010-2014 yılları arasında, Türkiye Adalet Akademisinde, hâkim ve savcı adaylarına; “Performans Değerlendirme ve Geliştirme Sistemi”, “Hâkimlerin Kalem Denetimi”, “Cumhuriyet Savcılarının, Kelem ve Adalet Dairelerini Denetlemesi” konularında, eğitmen olarak dersler verdi.
Adalet Bakanlığı’nın; hakimlere/savcılara, yazı işleri müdürlerine ve zabıt kâtiplerine yönelik düzenlediği hizmet içi eğitimlerinde, kalem mevzuatı ile ilgili çok sayıda sunumlar yaptı, eğitim seminerlerine katkıda bulundu.
Ulusal Yargı Ağı Projesinin (UYAP) teftiş sistemine entegrasyonuna öncülük etti ve destek verdi. Bu bağlamda; UTEP (Ulusal Teftiş Projesi) ismini verdiği ve Dünya’da ilk olma özelliğine sahip projenin hayata geçmesi için büyük emekler sarfetti. Karşılaştığı sıkıntılara rağmen 9 yıl içerisinde bu projeyi tamamladı. UTEP Projesini Aralık 2013 tarihinde bitirdi ve kullanıma sundu.
Ocak 2014 tarihinde HSYK başmüfettiş ve müfettişlerine, sistemin tanıtımını içeren sunumlar yaptı ancak, AKP’nin Anayasa’ya açıkça aykırı çıkardığı “Torba Kanun” kapsamında, 06 Mart 2014 tarihinde Başmüfettişlik görevi sona erdi. Bu arada; Adalet Akademisinden gelen teklif üzerine, bir yıl üzerinde çalışarak basıma hazır hale getirdiği Yazı İşleri Hizmetlerinin ve Adalet Dairelerinin Denetimi isimli ders kitabını yayınlayamadı.
17 Mart 2014 tarihinde Ankara Adliyesine Hâkim olarak atandı. Bu sırada Hukuk ve Ceza Mahkemelerinde Yazı İşleri Hizmeti UYAP’ın Etkin Kullanımı isimli 574 sayfalık kitabımı yayınladı. Cumhuriyet Başsavcılığı Yazı İşleri Hizmeti UYAP’ın Etkin Kullanımı isimli 206 sayfalık kitabının yayın aşamasında, menfur 15 Temmuz 2016 tarihli olaylar yaşandığı için yayınlama imkânı bulamadı.
HSYK’nın 29 Kasım 2016 tarihli kararıyla “Meslekten İhraç” edildi. FETÖ/PDY ile irtibatlı ve iltisaklı olduğu iddiasıyla hakkında soruşturma başlatıldı. 04 Ağustos 2016 tarihinde gözaltına alındı. 5 gün; işkencelere, insanlık onur ve haysiyetine yakışmayan muamelelere maruz kaldıktan sonra haksız ve hukuksuz şekilde tutuklandı (AİHM 2022 tarih 20061/17 sayılı kararıyla, "ilk tutukluluklarının hukuka uygun olmaması sebebiyle Sözleşme’nin 5/1 maddesinin ihlal edildiğine" hükmederek, 5.000 EURO tazminata karar verdi.) Buna rağmen adil olmayan yargılama sonrasında, silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı. 5,5 yıl (66 ay) cezaevinde kaldı.
23 yıllık meslek hayatı süresince “İnsan Hakları Eğitimi, Yönetimde Halkla İlişkiler ve İletişim Eğitimi, Bilgisayar, Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk” gibi birçok etkinliklere katıldı ve sertifikalar aldı.
Ankara 2. İcra Mahkemesi Hâkimi olarak görev yaptığı sırada, Milliyetçi Halk Partisinin (MHP) olağan üstü kurultay yapılmasına ilişkin davaya baktı. Verdiği karar hukuki olmasına karşın, kurultayın yapılmasını istemeyen AKP ve MHP Genel Merkezinin hedefi haline geldi. İftiralarla ve linç kampanyalarına maruz kaldı.